TÜRK BAYRAĞI'NIN
TARİHİ VE TARİHÇESİ
Bir Söylence Göre: 1. Kosova Savaşı sonrasında savaşta ölen
Türk askerlerin kanının bir çukurda toplanması sonucunda' Ay ve Yıldız'ın
yan yana gelmesi ile oluştuğu söylenmektedir.
Yapılan tüm varsayımlar arasında' 1. Kosova Savaşı'nın sebep
olması en büyük ihtimallerden biridir'
Türk Bayrağının Tarihçesi
Türk Bayrağının tarihçesi kısaca: Saltanatın
kaldırılması üzerine 29 Mayıs 1936 tarihinde bayrağın şekli kesin bir şekilde
tayin edilmiştir. 28 Temmuz 1937 tarihli, 27175 sayılı "Türk Bayrağı
Nizamnamesi Kararnamesi" ile de Türk Bayrağı'nın kullanılışı
düzenlenmiştir.
2. Milâttan Önce II. yy'da Urfa Göbeklitepe Tapınağında bulunan "Türk Damgası";
Dünyanın İlk Tapınağı Göbeklitepe Hakkında Bilmemiz Gereken
14 Şey
İnsanlık tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden düşünmemizi
sağlayacak, yerleşik tarih anlayışını ve bilgilerini değiştirip, dinler
tarihini sorgulatacak, bir kısmımızın varlığından haberi dahi olmadığı bir
arkeolojik çalışma 1995 yılından beri Urfa Göbeklitepe'de devam ediyor. İnşası
Milattan önce 10000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük
ibadet merkezi olarak biliniyor. Göbeklitepe İngiltere'de bulunan Stonehenge'den 7000, Mısır piramitlerinden
ise 7500 yıl daha eski. Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür
bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlanmıştır. İnşa
edildikten 1000 yıl sonra üstleri insanlar tarafından kapatılarak gömülen bu
tapınaklar yeniden gün ışığına çıkıyor.
Göbeklitepe, Şanlıurfa'nın 20 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü
yakınlarında, yaklaşık 300
metre çapında ve 15 metre yüksekliğinde
geniş görüş alanına hakim bir konumda yer almaktadır.
Neolitik döneme ait Göbeklitepe, ilk tapınağın dolayısıyla
yeryüzündeki ilk inancın merkezi olabilmesi açısından önemli. Bu bölgede
yaklaşık 20 tapınak tespit edilmiş ve şu ana kadar yalnızca 6 tapınak gün
ışığına çıkartılmıştır.
Göbeklitepe bu zamana kadar bilinen en eski yapıt ve
tapınaktan 7500 yıl daha eskiye ait. Göbeklitepe'nin keşfine kadar bilinen en
eski tapınak ise Malta'da bulunmakta ve 5000 yaşında. Ayrıca Stonehenge'den
7000, Mısır piramitlerinden ise 7500 yıl daha yaşlı...
Göbeklitepe'nin inşa edildiği dönemde insanoğlu bitki
toplayan ve hayvanları avlayan küçük gruplar halinde sürekliliğini sağlıyordu.
Kayalık bölgelerden, büyük sütunların ve ağır taşların el arabaları ve yük
hayvanları olmadan 2
kilometre taşınarak Göbeklitepe'ye getirilmesi için
muhtemelen tarihte insanların ilk defa bu kadar kalabalık bir şekilde bir arada
olması gerekmişti.
Mağarada duvarlarındaki avcılığı temsil eden resimlerden
ziyade burada hayvan figürleri tek ve kabartma olarak işlenmiş, sanatsal açıdan
farklı bir anlayışı etkileyici biçimde yansıtmaktadır. Taşlar üzerinde işlenmiş
akrep, tilki, boğa, yılan, yaban domuzu, aslan, turna ve yaban ördeği figürleri
yer almaktadır. Bir kısım arkeoloğa göre bu hayvan figürleri tapınağı ziyaret
eden farklı kabilelerin sembolü olarak nitelendiriliyor.
Bölgede yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular
doğrultusunda önemli kültür bitkisi olan ve yüzlerce genetik varyasyonu bulunan
buğdayın atasının ilk olarak Göbeklitepe eteklerinde yetiştiği ortaya
çıkarıldı.
Arkeologlar boyları 3 ile 6 metre arasında değişen T
biçimindeki sütunların stilize edilmiş insan figürleri olduklarını
düşünüyorlar. Sütunlar üzerine yansıtılan diğer figürlerden farklı olarak aşağı
doğru iner şekilde tasvir edilen 3 boyutlu aslan kabartması dikkat çekiyor. Bu
ve diğer aslan figürleri neolitik dönemde aslanların Anadolu'da yaşamış olma
ihtimalini güçlendiriyor. İnsanları temsil eden T sütunlarının ağırlıkları 40
ile 60 ton arasında değişiyor.
1983 yılında tarlasını süren Mahmut Kılıç tarlada bulduğu
oymalı taşı müzeye götürdü fakat eser sıradan bir arkeolojik bulgu olarak Urfa
Müzesi'nde sergilenmeye başlandı. 1963 yılında ise İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi ortak bir
çalışma yürütmüş, bölgeyi incelemiş fakat çalışmaların üzerinde durulmamıştır.
Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve Prof. Dr. Klaus
Schmidt'in bilimsel danışmanlığında kazılar başlamıştır. 2007 yılında ise
kazı başkanlığına Klaus Schmidt getirilmiştir.
2010 yılında, 40 santimetre boyunda, 25-30 kilogram ağırlığında
taştan yapılmış ve üzerinde hayvan figürleri olan insan başı heykelinin
çıkartıldıktan iki gün sonra kazı alanından çalındığı tespit edildi.
Bulgular taş devri insanlarının bira içtiğini de gösteriyor.
Kazılarda şu ana kadar en büyüğü 160 litrelik kapasiteye sahip kireç taşına
oyulmuş, altı bira varili bulundu. Klaus Schmidt, bulgular
ışığında, insanoğlunun ekmek için değil, bira uğruna tarıma başladığına, bunun
da ilk kez Urfa’da gerçekleştiğine kanaat getirmiş.
Arkeologlar tapınak kalıntılarındaki zeminlerinin
özellikle sıvıyı geçirmeyecek şekilde yapıldığına dikkat çekiyor. Buradan,
törenleri ne olduğu şu an kesinleşmese de bir sıvı (kan, su, alkol v.b.)
eşliğinde gerçekleştirdikleri fikri oluşuyor. (Foto: Tunç Süerdaş)
Göbeklitepe, yıllardır tarih derslerinde öğretilen
"göçebe toplulukların tarımı öğrenerek yerleşik hayata geçtiği"
tezini de çürütüyor. Yerleşik hayata geçişin çiftçilik ve hayvancılığın ortaya
çıkışıyla birlikte gerçekleştiği düşünülüyordu. Schmidt'e göre ise avcı ve
toplayıcı toplulukların Göbeklitepe gibi dini merkezlerde sürekli olarak bir
araya gelmelerinin sonucunda yerleşik hayata geçilmiştir. Kalabalık
toplulukların ibadet merkezine yakın olma arzusu ve çevrede bu toplulukların
ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde yeterli kaynak bulunmamasından dolayı
insanlar tarıma yönelmişlerdir. Yani tarım yerleşik hayatı getirmemiş, dini
mabetlerin etrafında kalma arzusu sonucunda yerleşik hayat tarımı getirmiştir.
Göbeklitepe'de kazı başkanlığını yürüten Prof.
Dr. Klaus Schmidt yaşadığı kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
"Göbeklitepe'deki kazılarda elde ettiğimiz bulgularla,
dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu
ortaya çıkarmıştık. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin dünyanın
en büyük tapınma merkezi olduğunu tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda,
Cilalı Taş Devrinde yaşamış insanların, yabani sığır, akrep, tilki,
yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani bitki kabartmalarını
incelediğimizde hayvanlarını evcilleştiremedikleri sonucuna ulaştık. Ayrıca,
dikili taşların (Stel) üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde yaşamış
olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor. Buradaki tapınak,
dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor" Prof.
Dr. Klaus Schmidt
3. Orhun Kitabeleri'nden bir kesit;
ORHUN ABİDELERİ
Türk adının, Türk. milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe
metin.. İlk Türk tarihi.. Taşlar üzerine yazılmış tarih.. Türk devlet
adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması.. Devlet ve milletin
karşılıklı vazifeleri.. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin,
yüksek Türk kültürünün büyük vesikası.. Türk askerî dehasının, Türk askerlik
sanatının esasları.. Türk gururunun ilâhî yüksekliği.. Türk feragat ve
faziletinin büyük örneği... Türk içtimaî hayatının ulvî tablosu.. Türk
edebiyatının ilk şaheseri... Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri..
Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı.. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı
numunesi.. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı.. Bir kavmi bir millet
yapabilecek eser.. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık.. Türk
dilinin mübarek kaynağı.. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek
örneği.. Türk yazı dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil..
Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika.. Türklüğün en
büyük iftihar vesilesi olan eser, İnsanlık aleminin sosyal muhteva bakımından
en manalı mezar taşları.. Dünyanın bu gün belki de en büyük meselesi olan Çin
hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı., v. s. v. s.
Orhun âbidelerini vasıflandırmak isteyince, insanın zihninde
işte bu gibi ifadeler sıralanmaktadır.
Orhun âbideleri Göktürk devrinden kalma kitabelerdir.
Göktürkler, milâttan önceki asırlarda Hunlar tarafından kurulup, değişen
sülâleler ve boylar idaresinde devam edegelen Asya'daki büyük Türk
imparatorluğun 6. asırla 8. asır arasındaki devresinde hüküm sürmüşlerdir. 6.
asrın ilk yarısında Türk devletinin başında Avarlar bulunuyordu. 552 tarihinde
Bumin Kağan, Avar idaresine son vererek Türk devletinin Göktürk hanedanı devrini
açtı. O devirde büyük
kağanlığın merkezi devletin doğu kısmında idi ve batı kısmı da doğuya bağlı tâbi bir kağanlıkla idare ediliyordu. Bumin Kağanın kardeşi İstemi Kağan da 576'ya kadar bu batı bölümünün kağanı idi.
kağanlığın merkezi devletin doğu kısmında idi ve batı kısmı da doğuya bağlı tâbi bir kağanlıkla idare ediliyordu. Bumin Kağanın kardeşi İstemi Kağan da 576'ya kadar bu batı bölümünün kağanı idi.
Bumin Kağan, Göktürk hâkimiyetini kurduğu sene içinde öldü
ve sırasıyla üç oğlu, büyük kağanlık yaptılar. Birincisi 553'te, İkincisi 553 -
572'de, üçüncüsü de 572 - 581 tarihlerinde hüküm sürdüler. Bunlardan ikincisi
olan Mukan zamanında devlet Mançurya'dan İran'a kadar uzanan kuvvetli bir imparatorluk
haline geldi .
Daha sonra devlet, bir yandan kuvvetli hakanların yokluğu ve
devleti teşkil eden kavimlerin çekişmeleri, öte yandan ve bilhassa Çin
entrikası yüzünden bir sürü karışıklıklar geçirdi ve nihayet 630'da devletin
asıl doğu kısmı Çin hâkimiyetine geçti. Zamanla Çin hâkimiyeti batı kısmına da
sirayet etmeğe , başladı. Fakat bu Çin esareti daha fazla devam etmedi ve
Kutluk Kağan veya ikinci adıyla İlteriş Kağan, Çin hâkimiyetine son vererek 680
- 682 senesinde devleti yeniden toparladı, İlteriş Kağan ve 691'de ölünce
yerine geçen kardeşi Kapgan Kağan idaresinde devlet yeniden eski haşmetini
buldu.
İlteriş Kağan'ın Bilge ve Kül Tigin adlı iki oğlu vardı.
Öldüğünde bunlar 8 ve 7 yaşlarında idiler. Kapgan Kağan 716'da ölünce idareyi
onun oğulları almak istedi. Fakat Bilge ve Kül Tigin kardeşler buna mâni olarak
ve amcazedelerini tasfiye ederek babalarının devletine el koydular ve Bilge
Kağan hükümdar oldu. İki kardeş babalarının ve amcalarının devrinden kalmış
ihtiyar vezir ve Bilge Kağan'ın kayınpederi Tonyukuk'un da yardımıyla devleti
daha da kuvvetlendirdiler. Sonra 731'de Kül Tigin, 734'te de Bilge Kağan öldü.
Bilge Kağan'ın ölümünden 10 sene kadar sonra da Uygurlar, devleti ele geçirerek
745'te Göktürk hâkimiyetine son verdiler.
Orhun âbideleri, bu Türk hanedanının Bilge Kağan devrinin
mahsulleridir. Birincisi olan Kül Tigin âbidesini ağabeyisi Bilge Kağan 732'de
diktirmiş, ikincisi olan Bilge Kağan âbidesini de ölümünden bir yıl sonra
735'te kendi oğlu olan kağan diktirmiştir. Üçüncü olarak verilen Tonyukuk
âbidesi ise 720-725 senelerinde kendisi tarafından dikilmiştir.
Orhun civarında Orhun yazısı ile yazılı daha başka kitabeler
de bulunmuştur. Belli başlıları altı tanedir. Fakat bunların en büyükleri ve
mühimleri bu üç tanesidir.
Orhun âbidelerine Orhun kitabeleri de denir. Şüphesiz bunlar
kitabedir. Fakat hem maddi bakımdan, hem manevî bakımdan bu kitabeler söz
götürmez birer âbidedirler. Muhtevaları gibi heybetli yapıları da âbide
hüviyetindedir. Onun için bunları ifade eden en iyi isim Orhun âbideleri
tâbiridir.
Kül Tigin âbidesi, kağan olmasında ve devletin
kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karsı
Bilge Kağan'ın duyduğu minnet duygularının ve kendisini sanatkârane bîr vecd ve
coşkunluğun içine atan müthiş teessürünün ebedî bir ifadesidir. Bilge Kağan bu
ruh hâli ile âbide inşaatının başında oturup, eserin hazırlanmasına bizzat
nezaret etmiştir. Abidedeki ulvî ve mübarek hitabe onun ağzından yazılmıştır,
âbidede o konuşmaktadır, müellif odur.
Kül Tigin âbidesi, kaplumbağa şeklindeki oyuk bir kaide taşına oturtulmuştur. Keşfedildiği zaman, bu kaidenin yanında devrilmiş bulunuyordu. Bilhassa devrik vaziyette rüzgâra maruz kalan kısımlarında tahribat ve silintiler olmuştur. Sonradan yerine dikilmiştir. Yüksekliği 3,75 metredir, itina ile yontulmuş, bir çeşit kireç taşı veya saf olmayan mermerdendir. Yukarıya doğru biraz daralmaktadır. Dört cephelidir. Doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimdir. Güney ve kuzey cepheleri ise aşağıda 46, yukarıda 44 santimdir. Âbidenin üstü kemer seklinde bitmektedir ve yukarı kısımda beş kenarlı olmaktadır. Doğu cephesinin üstünde kağanın işareti vardır. Batı cephesi büyük bir Çince kitabe ile kaplıdır. Diğer üç cephesi Türkçe kitabelerle doludur. Cepheler arasında kalan ve keskin olmayan kenarlarda ve Çince kitabenin yanında da Orhun yazısı vardır. Doğu cephesinde 40, güney ve kuzey cephelerinde 13'er satır vardır. Satırlar yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve sağdan sola doğru istif edilmiştir. Satırların uzunluğu aşağı yukarı 235 santim kadardır. Cetvelden çıkmış gibi, çok muntazam, düzgün ve güzel harflerle yazılmıştır. Abidenin Çince kitabesinde Türk - Çin dostluğu, Türk imparatorluğu ve Kül Tigin methedilmekte ve tanıtılmakta, "Gelecek hadsiz, hesapsız nesillerin dimağlarında, onların müşterek muvaffakiyetlerinin şaşaası her gün yeniden canlansın dîye, uzakta ve yakında bulunan herkesin bunu öğrenmesi için, bilhassa muhteşem bir kitabe yaptık" ve "Böyle adamların ebediyen payidar olacaklarının muhakkak olmadığını kini söyleyebilir? Uğurlu haberleri ebediyen ilân için simdi dağ gibi yüksek bir âbide dikilmiştir" gibi ifadeler sıralandıktan sonra, tarih kaydedilmektedir.
Abidenin civarında türbe enkazı, pek çok heykel parçaları ve âbideye çıkan iki tarafı heykeller, taşlar dizili 4,5 kilometrelik bir yol bulunmuştur. Bu heykel parçaları arasında son zamanlarda Kûl Tigin'in başı ile karısının gövdesi ve yüzünün bir kısmı da bulunmuştur.
Kül Tigin âbidesi, kaplumbağa şeklindeki oyuk bir kaide taşına oturtulmuştur. Keşfedildiği zaman, bu kaidenin yanında devrilmiş bulunuyordu. Bilhassa devrik vaziyette rüzgâra maruz kalan kısımlarında tahribat ve silintiler olmuştur. Sonradan yerine dikilmiştir. Yüksekliği 3,75 metredir, itina ile yontulmuş, bir çeşit kireç taşı veya saf olmayan mermerdendir. Yukarıya doğru biraz daralmaktadır. Dört cephelidir. Doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimdir. Güney ve kuzey cepheleri ise aşağıda 46, yukarıda 44 santimdir. Âbidenin üstü kemer seklinde bitmektedir ve yukarı kısımda beş kenarlı olmaktadır. Doğu cephesinin üstünde kağanın işareti vardır. Batı cephesi büyük bir Çince kitabe ile kaplıdır. Diğer üç cephesi Türkçe kitabelerle doludur. Cepheler arasında kalan ve keskin olmayan kenarlarda ve Çince kitabenin yanında da Orhun yazısı vardır. Doğu cephesinde 40, güney ve kuzey cephelerinde 13'er satır vardır. Satırlar yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve sağdan sola doğru istif edilmiştir. Satırların uzunluğu aşağı yukarı 235 santim kadardır. Cetvelden çıkmış gibi, çok muntazam, düzgün ve güzel harflerle yazılmıştır. Abidenin Çince kitabesinde Türk - Çin dostluğu, Türk imparatorluğu ve Kül Tigin methedilmekte ve tanıtılmakta, "Gelecek hadsiz, hesapsız nesillerin dimağlarında, onların müşterek muvaffakiyetlerinin şaşaası her gün yeniden canlansın dîye, uzakta ve yakında bulunan herkesin bunu öğrenmesi için, bilhassa muhteşem bir kitabe yaptık" ve "Böyle adamların ebediyen payidar olacaklarının muhakkak olmadığını kini söyleyebilir? Uğurlu haberleri ebediyen ilân için simdi dağ gibi yüksek bir âbide dikilmiştir" gibi ifadeler sıralandıktan sonra, tarih kaydedilmektedir.
Abidenin civarında türbe enkazı, pek çok heykel parçaları ve âbideye çıkan iki tarafı heykeller, taşlar dizili 4,5 kilometrelik bir yol bulunmuştur. Bu heykel parçaları arasında son zamanlarda Kûl Tigin'in başı ile karısının gövdesi ve yüzünün bir kısmı da bulunmuştur.
Âbidenin ve türbenin inşasında Türk ve Çin sanatkârları
beraber çalınmışlardır. Abidedeki kitabeleri Bilge Kağan ve Kül Tigin'in yeğeni
Yolluğ Tigin yazmıştır.
Bilge Kağan abidesi, aynı yerde Kül Tigin âbidesinin bir
kilometre uzağındadır. Şekli, tertibi ve yapısı tamamıyla birincisine
benzemektedir. Yalnız bu bir kaç santim daha yüksektir. Bu yüzden doğu
cephesinde 41 ve dar cephelerinde de 15'er satır vardır. Bunun da batı
cephesinde asıl Çince kitabe vardır, Çince kitabenin üstünde ayrıca Türkçe
kitabe devam etmektedir. Çince kitabe hemen hemen tamamıyla silinmiştir.
Bilge Kağan âbidesi kendisinin 734'te ölümünden sonra 735'te
oğlu tarafından dikilmiştir.Bu âbidede de Bilge Kağan konuşmaktadır. Esasen
âbidenin kuzey cephesinin ilk 8 satırı Kül Tiğin âbidesinin güney cephesinin,
doğu cephesinin 2-24 satırları ise Kül Tigin âbidesinin doğu cephesinin mukabil
satırlarına benzemektedir. Bu âbidede ayrıca Kül Tigin'in ölümünden sonraki
vakaların ilâve edildiği görülür.
Bilge Kağan âbidesi hem devrilmiş, hem de parçalanmıştır.
Onun için tahribat ve silinti bunda çok fazladır. Bu âbideyi de yeğeni Yollug
Tigin yazmıştır. Her iki âbidede de Bilge Kağan'ın sözlerinin dışında Yollug
Tigin'in kitabe kayıtlan ve ilaveleri yer almaktadır. Bu âbidenin etrafında da
yine türbe enkazı ve daha az olmak üzere heykeller, balballar ve taşlar vardır.
Tonyukuk abidesi, diğer iki abidenin biraz daha doğusunda
bulunmaktadır. Devrilmiş, dikili dört cepheli iki taş halindedir. Birinci ve
daha büyük oları taşta 35, ikinci taşta 27 satır vardır, ikinci taşta yanlar
daha itinasızdır. Ve aşınma da daha çoktur.Bu abidenin yazıları Kül Tigin ve
Bilge Kağan'ınki kadar düzgün değildir. Bu âbidede de yazı yukarıdan aşağı
yazılmıştır Fakat diğer ikisinin aksine satırlar soldan sağa doğru istif
edilmiştir. Tezyinatı da diğer kitabelerdeki kadar sanatkarane değildir.
Tonyukuk âbidesinin yanında da büyük bir türbe kalıntısı, heykeller, balballar
ve taşlar vardır.
Tonyukuk âbidesini, İlteriş Kağan'nın isyanına iştirak eden
ve o günden Bilice Kağan devrine kadar devlet idaresinin baş yardımcısı olarak
kalan büyük Türk devlet adamı ve başkumandanı Tonyukuk. ihtiyarlık devrinde
bizzat diktirmiştir. Bu âbidede Tonyukuk konuşmaktadır, bu âbidenin müellifi
odur.
Kül Tigin ve Bilge Kağan âbideleri Baykal gölünün güneyinde
Orhun nehri vadisinde Koşo Tsaydam gölü civarında 47,1. arz ve 102 tul
derecelerinde bulunmaktadır, Ötüken ormanın da buradaki Hangay sıradağlarının
bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Tonyuk'uk âbidesi ise biraz daha doğuda 48.
arz ve 107. tul dereceleri arasında Tola nehrinin yukarı mecrasında Bayn Çokto
denilen yerin yakınında bulunmaktadır.
Orhun âbidelerinin bulunuşu insanlığın en büyük
keşiflerinden biridir. Orhun harfleri ile yazılı kitabelerden daha 12. asırda
tarihçi Cüveynî Târih-i Cihanküşa'sında bahsetmişti, ayrıca Çin kaynakları da
çok eskiden bu âbidelerin dikildiğini bildirmekte idi. Fakat 18. ve 19.
asırlara kadar Orhun harfli yazılar ve âbideler ilim âleminin meçhulü olarak
kalmıştı. Önce Kırgızlara ait mezar taşlarından ibaret bulunan ve tek tük
kelimelerle isimleri ihtiva eden Yenisey kitabeleri bulunmuştur.İlk defa
nebatatçı Messerschmidt 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılı bir
taşı tespit etmiştir. Fakat Orhun harfli kitabelerin yolunu açan ve bu hususta
ilim aleminin dikkatini çeken Strahlenberg olmuştur. 1709'da Poltava
muharebesinde esir düsen bu İsveçli subayı Ruslar Sibirya'ya sürmüşlerdir.
Sürgünde 13 sene kalan, Messerachmidt'e yardıra eden ve serbestçe gezip
dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunan Strahlenberg 1722'de vatanına
döndükten sonra, 1730'da araştırmalarının neticesini yayınlamış ve bu arada
eserinde meçhul Yenisey kitabelerinden de bahsederek bazılarını yayınlamıştır.
Bu yayın derhal ilim âleminin dikkatini çekmiş ve Orhun âbidelerinden bir iki
asır öncesine ait bulunan Yenisey kitabeleri arka arkaya bulunmaya bağlamıştır.
Nihayet 1899'da Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Kül Tigin ve Bilge Kağan
âbideleri olduğu anlaşılan Orhun hitabelerini bulmuş, bunun üzerine 1890
tarihinde Heikel'in başkanlığında bir Fin, 1891'de de Radolff'un başkanlığında bir
Rus ilmî sefer heyeti mahalline gönderilmiştir. Her iki sefer heyeti de
âbideleri yakından tetkik etmiş ve fotoğraflarını alarak dönmüştür, Fin heyeti
getirdiği mükemmel fotoğrafları Avrupa ilim merkezlerine dağıtmış, öte yandan
hem Fin heyeti, hem de Radloff, getirdikleri malzemenin fotoğraflarını büyük
atlaslar halinde neşretmişlerdir. Bu atlas yayınları ile âbidelerin okunması
çalışmaları hızlanmış ve daha başka yazıları da çözmüş bulunan Danimarkalı
büyük âlim Thomsen, kısa bir zaman sonra, 1893'te Orhun yazısını çözmeğe
muvaffak olmuştur, önce, âbidelerde çok geçen Tengri, Türk ve Küt Tigin
kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün âbideleri okumuş, ve böylece Türk
milletinin, ebedî minnettarlığına mazhar olmuştur.
Artık bu çözümden sonra bir yandan Thomsen, bir yandan
Radloff âbidelerin metni vs tercümeleri üzerinde adeta yarışa girmişler, bunu
diğer âlimler takip etmiş ve zamanımıza kadar bu büyük Türk âbideleri elden
düşmemiştir. Amerika'dan Japonya'ya kadar Avrupa'da ve medeni âlemde hemen
hemen her dilde bu âbideler üzerinde araştırmalar yapılmış, 6 tanesi büyük olan
Orhun harfli yeni kitabeler ve metinler bulunmuş, nesirler birbirini
kovalamıştır. Son olarak genç Türk âlimi Talât Tekin Amerika'da Orhun
Türkçesinin mükemmel bir gramerini ve kitabelerin yeni bir neşrini yapmıştır.
Son zamanlarda Orhun sahası arkeolojik araştırmalarda da ön plâna geçmiş ve
burada yüzlerce heykel, balbal, çeşitli eserler ve şehir harabeleri
bulunmuştur. Burada Çekoslovak âlimi L. Jisl, Kül Tigin heykelinin başını da bulup
gün ışığına çıkarmıştır. Bugün, Orhun kitabeleri üzerinde yapılan
araştırmaların adları bile bir kitap teşkil eder.
Orhun âbidelerinin manzum olduğunu ileri sürenler vardır.
Hattâ bir Rus bilgini bu hususta geniş bir deneme yapmış ve âbideleri manzum olarak
yayınlamıştır. Tabiî, bu görüş doğru değildir. Fakat abidelerdeki dilin ve
üslûbun ahengini göstermesi bakımından dikkate değer bir husustur.
4. Gazi I. Meclis Kürsü'sü orijinal levha. "Hakimiyet Milletindir"
MECLİS'TE TARİHİ LEVHA
Anayasa'nın 6. Maddesi'nde belirtilen "Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir" hükmünün özünü oluşturan "Hakimiyet
Milletindir" yazılı levha, 77 yıl önce 30 Kasım 1925'te Büyük Millet
Meclisi kürsüsünün arkasına asıldı. Tekke ve türbelerin kapatılmasını öngören
yasal düzenleme de aynı gün yapıldı.''Hakimiyet Milletindir'' yazılı levhanın
asıldığı ikinci Meclis binası, 1923 yılında mimar Vedat Tek (1873-1942)
tarafından CumhuriyetHalk Fırkası Mahfeli olarak tasarlanarak inşa edildi. Bu
bina, birtakım değişikliklerden sonra II. TBMM binası
olarak 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açıldı. 29 Ekim 1924'te Cumhuriyetin
yıldönümü kutlanan ikinci binada 31 Ekim 1924'de ilk oturum yapıldı.II. TBMM
binası, işlevini 27 Mayıs 1960 tarihine kadar 36 yıl boyunca sürdürdü.
Bugünkü TBMM binası 6 Ocak 1961'de hizmete girdiktensonra, Merkezi Antlaşma
Örgütü'ne (CENTO) ayrıldı. 1961-1979 yıllarında CENTO Genel Merkezi olarak
kullanılan bina, Ekim 1981'de Cumhuriyet Müzesi
olarak ziyarete açıldı. Müzede bugünlerde yoğun bir restorasyon çalışmalarına
tanık olunuyor.MİLLİ EGEMENLİK22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan Amasya
Tamimi, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihlerinde toplanan Erzurum Kongresi ile
4-11 Eylül 1919 arasında yapılan Sivas Kongresi'nde milli egemenliğe doğru
adımlar atıldı.Millet Meclisi'nin 23 Nisan 1920'de açılmasıyla ''egemenlik''
milletin eline geçti. 20 Ocak 1921'de kabul edilen ''Teşkilatı
EsasiyeKanunu''nun ilk maddesini, ''Hakimiyet bila kaydü şart milletindir. (...)''
oluşturdu. 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu'nda ise ''egemenlik'' esası,
üçüncü maddede, ''Hakimiyet bilakaydüşart Milletindir'' olarak belirtildi. Bu
kanunun Türkçeleştirilmesini sağlayan 10 Ocak 1945 tarihli 4695 kanun sayılı
Anayasa'da üçüncü maddede yer alan hükümle ''Hakimiyet bilakaydüşart
Milletindir'' ibaresi, ''Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir''e dönüşümünü
tamamladı.1961 Anayasası'nda ise kavram, ''Egemenlik'' başlığı altındaki Madde
4'te, 1982 Anayasası'nda da aynı başlık altında 6. maddede yer aldı.MUSTAFA
KEMAL'İN KARARLILIĞIMustafa Kemal, daha 1919'da; 7 Ağustos'u 8 Ağustos'a
bağlayan gece, Mazhar Müfit Kansu'nun hatıra defterine şunları
yazdıracaktı:''Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır. Bunu size
daha önce bir sorunuz üzerine söylemiştim. Bu bir. İki: Padişah ve hanedan
hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç: Örtünme kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.''Saltanatın
kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihindeki şu sözleri, O'nun ulusal egemenlik
kavramı konusundaki kararlılığını ortaya koyar:''Egemenlik, saltanat kuvvetle,
kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin
egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri
devam ettirmişlerdi. Şimdi de Türk milleti bu saldırganların hadlerini ihtar
ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline
bilfiil almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete
saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız; meselesi
değildir. Mesele zaten bir oldubitti gerçeği açıklamaktır. Bu mutlaka
olacaktır.Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimce
uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek usulü dairesinde ifade olunur. Fakat ihtimal
bazı kafalar kesilecektir. Ulusal egemenlik bu güçlü iradenin eseridir.
(...)''TEKKELER, TÜRBELER KAPATILIYOR
Mustafa Kemal Atatürk, 23
Ağustos-1 Eylül 1925 tarihlerini kapsayanKastamonu gezisi
sırasında, Cumhuriyet Halk Fırkası binasında, 30 Ağustos'ta yaptığı
konuşmasında tekkelerin kapatılacağını duyurur ve ''Efendiler ve ey millet, iyi
biliniz kiTürkiye Cumhuriyeti
şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki
tarikat, tarikat-i medeniyedir'' diyerek, uygarlık yolunu gösterir. Buna
ilişkin haber de
gazetelerde Anadolu Ajansı mahreciyle yer alır.Bakanlar Kurulu da
2 Eylül'de, bu doğrultuda, 2413 sayılı kararınıalır. Buna ilişkin haberi de A.A
şöyle yayına koyar:''Ankara, 3 (A.A) - Tekke ve zaviyatın seddine ve ilmiye
sınıfı ile kisvesine ve bilumum devlet memurlarının kıyafetine dair ahiren İcra
Vekilleri Heyetinin 2 Eylül 1341 tarihli içtimaında ittihaz edilen 2413 nolu
karar berveçh-i atidedir:Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf suretiyle
inşa edilmiş ve gerek şeyhin mülkü olarak matabu taht-ı temlikinde bulunmuş
olan bilumum tekkeler ve zaviyeler bila istisna kamilen kapatılmıştır.
(...)''30 Kasım 1925 tarihinde de tekke ve türbelerin kapatılmasını,
tarikatların kaldırılmasını öngören ''Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine
ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun'' kabul
edilerek, genç Cumhuriyet yolunda ilerlemesini sürdürür.
5. TBMM 2. Binası. Ulus. Milletvekillerinin Hitap Kürsüsü. "Hakimiyet Milletindir"
TARİHTEN BUGÜNE MECLİSLERİMİZ…
Ulus’ta yer alan 1.TBMM Binamız bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi
olarak 1961 yılından beri ziyaretçilerini ağırlıyor. Bina ilk olarak 1915 yılında
İttihat ve Terakki Cemiyeti için inşasına başlanmış. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin
açılmasına karar verildiğinde bu binanın kullanılmasına karar verilmiş ve 115
temsilci ile ilk toplantı yapılmış. En yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mebusu Şerif
Bey geçici başkanlığı üstlenerek açılış konuşmasını yapmış. Ardından Ankara
Milletvekili Mustafa Kemal Paşa söz alarak Meclis’in hangi üyelerden
oluşacağına dair bir açıklama yapmış. Ertesi gün yapılan ikinci toplantıda da
Mustafa Kemal Paşa oybirliği ile Meclis Başkanı seçilmiş. İlk anayasa, İstiklal
Marşı’nın kabulü, Saltanatın kaldırılması bu Meclis tarafından kabul edilmiş,
Ankara’nın başkent olması, Lozan Barış Antlaşması, Cumhuriyet’in ilanı gibi
önemli kararlar bu meclis çatısı altında alınmış. Yine bu meclis Atamız’ı
cumhurbaşkanı seçmiş…
Genel Kurul Salonu’ndaki sıralar okullardan, yağ lambaları
ve sobalar civar kahvehanelerden getirilerek millet egemenliğine dayanan
ilk meclis binasının temelleri de yine halkın el ve gönül birliği ile
oluşturulmuş. Genel Kurul Salonu’nda Arap harfleri ile “Hakimiyet
milletindir” yazıyor ve Atamız’ın isteği üzerine salonda resmine yer
verilmiyor.
Binanın diğer bölümlerinde, Meclis Başkanı, Katipler,
Encümenler Odaları ile Kulis yer alıyor.
Ve 2.TBMM… Cumhuriyet Müzesi… Bu bina 1923 yılında Mimar
Vedat Tek tarafından tasarlanıp, inşa edilmiş, 18 Ekim 1924-27 Mayıs 1960
tarihleri arasında geçen 36 yılda meclis binası olarak hizmet vermiş. 1924-1960
yılları arasında Genel Kurul Toplantı Salonu’nda Atatürk ilke ve devrimleri
gerçekleştirilmiş, çağdaş yasalar çıkarılmış, önemli anlaşmalar yapılarak çok
partili sisteme geçiş sağlanmış. Atatürk, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında
36 saat 33 dakika süren “Büyük Nutku”nu bu salonda okumuş…
Müze girişindeki ilk oda Atatürk’e ayrılmış ve hayatı
kronolojik olarak fotoğraflarla burada anlatılmış. Atamız Türkiye
Cumhuriyeti’ne 1923-1938 tarihleri arasında cumhurbaşkanlığı yapmış… İkinci oda
1938-1950 tarihleri arasında görev alan 2. cumhurbaşkanımız İsmet
İnönü’ye, üçüncü oda da 3.Cumhurbaşkanımız olan Celal Bayar’a ayrılmış olup
kendisi 1950-1960 yılları arasında hizmet vermiş… Atatürk ilke ve inkılaplarına
dair çeşitli obje ve bilgiler sergilendiği çeşitli odaları gezerken en ilgimi
çeken Atatürk’ün 10.yıl nutkunun kayıtlı olduğu plak ve seslendirdiği mikrofon
oldu. Müzenin ikinci katında ise Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Çalışma
Odası, Kabul Salonu’na yer verilmiş.
Günümüzde kararların alındığı üçüncü ve son TBMM
binasındayız. Cumartesi 11.00-16.00 arası her saat başı tanıtım için
gezilebiliyor. İki ayrı güvenlik aşılıyor önce. Kimlik teslimi ile giriş
sağlanıyor. Üstteki geniş locada yerimizi alıyoruz. Bir rehber bize anlatıyor
salonun fiziksel özelliklerini, meclisin işlevlerini. 6 Ocak 1961’de
açılmış, 22 sene inşası sürmüş. “U” biçimindeki koltuklar milletvekillerine
ait. Altta 4 giriş var. Oturuş açısı sağdan sola doğru en çok oy alan partinin
olacak şekilde konumlandırılıyor. Karşıda yarım daire şeklinde Başkanlık Divanı
kürsüsü yer alıyor.18 kişiden oluşur ve milletvekilleridir diyor rehber.
Bayrakların önündeki sağ ortada yer alan sırt bölümü uzun koltuk Başbakan’a
aitmiş. Sol taraf komisyonun koltukları. 17 komisyon var bakanlık ve
başbakanlıktan gelen. 550 milletvekili yer alıyor. Cumhurbaşkanı onama makamı.
Sol balkon diplomat locasının. Ülkemize gelen yabancı misyon burada
ağırlanıyor. Bizim oturduğumuz alan da halk meclisi. Salonun içi 1998’te
yenilenmiş. Tavanda yer alan 16 avizenin sayısı rastlantı değil. Tarihteki
bağımsız Türk devletlerini simgeliyor. Çekoslavak bohem kristalinden
yaptırılmış. Meclisteki tüm konuşmaların stenograflarca kayda alınıyor. 5
kişiler ve kendi içlerinde bir trafikleri var. İşleri oldukça güç olduğundan 10
dakikada bir değişiklik yapılıyor. Çıktıklarında da Türkçe’ye döküyorlar. Bu da
zapta dönüşüyor. Sonra 2 tür oylama yapıldığından bahsediyor. Açık oylamada
isimle ya da elle kabul/red/çekimser olarak yapılıyor. Kapalı oylamada kabinler
kuruluyor ve kabul/red/çekimser nitelikli farklı renk kartları veriliyor.
Oylamalar sağ ve solda yer alan ekranlardan Genel Kurul’a ilan ediliyor.
Ortada yer alan Atatürk çiçeği her yıl yenileniyor. Ve yine Atatürk
resmi diğer meclislerimizde olduğu gibi bu mecliste de yer almıyor.
Hepsinde tek olan ve değişmeyecek bir şey varsa o da
“Hakimiyetin milletin…” olması…
6. Hasan Korkmazcan.
HASAN KORKMAZCAN’IN ÖZGEÇMİŞİ
01.05.1941 tarihinde Tavas Aydoğdu Köyü’nde doğdu.
EĞİTİM
1953 yılında Aydoğdu Köyü İlkokulu’nu, 1960 yılında Isparta
İmam Hatip Okulu’nu, 1962 yılında Denizli Lisesi’ni bitirdi. Şubat 1967’de
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukatlık stajını İstanbul
Barosu’nda tamamladı.
GAZETECİLİK
1956-1962 Demokrat, Isparta, Mücadele, Yeni İnkılap
gazetelerinde köşe yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğünde bulundu. 1964-1969
yıllarında İstanbul’da Sabah Gazetesi haber müdürlüğü, Mavi Kırlangıç eğitim
gazetesinde genel yayın müdürlüğü yaptı. 1979’da Zaman Gazetesi kurucuları
arasında yer aldı. 1986-1991, 2002-2012 yıllarında Parlamento Dergisi’nin
sahipliğini üstlendi.
AVUKATLIK VE KAMU
1968-1986 yıllarında İstanbul Barosu’na, 1986-1991 arasında
Ankara Barosu’nda kayıtlı olarak serbest avukatlık yaptı. 1983-1988 Sümerbank
Başhukuk Müşavirliği, Mannesman- Sümerbank A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan
Vekilliği, Süti, Köyteks, Sümertaş ve Tofaş A.Ş. Yönetim Kurulu ve Murahhas
üyeliklerinde bulundu.
SANAYİ VE İŞ HAYATI
1977-1991 yılları arasında Puro, Taciroğlu Holding, Yarın
Yayıncılık, Fono Müzik A.Ş., Astay Holding, Opet ve Ortay A.Ş. gibi özel
kesim kuruluşlarında Yönetim Kurulu Başkanlığı, Üyeliği ve Murahhas Üyelik
görevi yaptı.
SENDİKA YÖNETİCİLİĞİ
1983-1987 yıllarında Sümerbank İşveren Sendikası ve Kamu- İş
İşveren Sendikasında kurucu yönetim kurulu üyeliğine seçildi.
ÇEVRE, KÜLTÜR-SANAT
1957-1960 yıllarında Isparta’da Orta Öğretim Gençliği
Ağaçlandırma Teşkilatı (OGAT) kurucu ve genel başkanı, 1960-1962 yıllarında
Tokat- Reşadiye’de Bereketli Ağaçlandırma ve Güzelleştirme Derneği Başkanı
olarak çevrecilik, sanat ve kültür çalışmaları organize etti.
Bereketli’de bölge kütüphanesi, çocuk korosu, köy tiyatrosu ve köy ormanı
kurdu.
GENÇLİK KURULUŞLARI
1962-1965 yıllarında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Talebe Cemiyeti Başkanı ve Yüksek Öğrenim Gençliği Kıbrıs Mücadele Komitesi
Başkanlığı görevlerine seç ildi.
SİYASET, PARLAMENTO VE DEVLET HİZMETİ
1969’da AP Denizli Milletvekili seçildi. 26 Haziran 1970’de
AP’den ihraç edildi. Aralık 1970’de Demokratik Parti Kurucuları arasında yer
aldı ve DP’nin ilk TBMM Grup Başkanvekili seçildi. 1973 seçimlerinde tekrar
Denizli Milletvekili seçildi. 1977 seçimlerine kadar DP TBMM Grup
Başkanvekilliği görevini sürdürdü. 1977’de DP Genel Başkan Yardımcısı
seçildi ve bu görevi DP’nin kapanışına kadar sürdürdü.
1971-1972 yıllarında Partilerarası Anayasa Komisyonu
Başkanlığı yaptı.
1983 yılında Denizli’den Bağımsız Milletvekili Adayı oldu.
MBK tarafından veto edildi.
1991 seçimlerinde ANAP’tan Denizli Milletvekili seçildi ve
bu dönemde ANAP TBMM Grup Başkanvekilliği görevini yürüttü. 1995 seçimlerinde
tekrar ANAP Denizli Milletvekili olarak TBMM’ye seçildi ve 20. Dönem süresince
TBMM Başkanvekili, TBMM Kültür Sanat Yayın Kurulu Başkanı ve Partilerarası Uyum
Komisyonu Başkanı olarak görev yaptı. Bu dönemde kanunlar gereği TBMM Başkanı
ve Cumhurbaşkanı Vekili görevlerini de üstlendi.
ASKERLİK GÖREVİ
Askerlik görevini 1960-1962’de Tokat-Reşadiye Bereketli
İlkokulu’nda ve Amasya Tugayında Yedek Subay Öğretmen-Teğmen olarak tamamladı.
PARLAMENTER KURULUŞLARI VE DIŞ GÖREVLER
1987’de Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanlığı’na
seçildi. 1992 yılına kadar bu görevi sürdürdü. Daha sonra TPB görevini yönetim
kuruluna seçilerek devam ettirdi. 2002 yılında tekrar TPB Genel Başkanı seçilen
Korkmazcan Haziran 2012 tarihine kadar aralıksız olarak dört dönem daha bu
göreve seçildi. 1988-2012 yılları arasında başlangıçta “Beşli Grup” daha sonra
“Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Ülkeleri Eski Parlamenterleri Birliği” adını
alan Uluslararası Parlamenterler Örgütü’nün kurucuları arasına katıldı ve
2013’e kadar Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. Korkmazcan 1991-1995 yılları
arasında Parlamentolararası Birlik (Dünya Parlamentosu) Türk Delegasyonu üyesi
olarak görev yaptı. Ayrıca iki dönem KEİPA ve Akdeniz Ülkeleri Parlamenterler
Asamblesi’nde TBMM Heyet Başkanı olarak görev yaptı.
2007 yılında kurulan Uluslararası Parlamenterler Platformu’
nun (Türk ve İslam Dünyası Parlamenterlerinin sivil kuruluşu) Kurucu Başkanı
olan Korkmazcan halen TPB Onursal Genel Başkanı ve Başkentliler Platformu
Kurucular Kurulu Başkanı’dır.
AİLEVİ DURUMU
Korkmazcan, Refika Güldoğan Korkmazcan ile evlidir. İki kızı
(Av. Selva Işık, Dr. Selcen
Korkmazcan) ve iki torunu (Yağmur Işık, Yasemin Işık) vardır.
7. Çanakkalle'de, "Şehid için yapılan Bayrak Töreni" ve Şehid'in Türk Bayrağını Selâmlaması.